Geçtiğimiz yılın Oscar sezonunda yarışmacı olarak yer almasını beklediğimiz Wakefield, gösterildiği 1-2 yerden yeterli ilgiyi görmeyince kayıplara karıştı ve bu yıla sarktı. Her ne kadar gördüğü ilgisizlik ve aldığı ortalama puanlar şevk kırıcı olsa da hem pek sevdiğim Bryan Cranston’ın başrol olması hem de konusunun ilgi çekiciliği nedeniyle filme şans verdim, iyi de yapmışım…

Howard Wakefield, güzel bir eşi ve iki çocuğu olan başarılı bir avukattır. Fakat her şey göründüğü kadar muhteşem değildir ve mental dengesini kaybetmek üzere olan Howard evini terk edip kayıplara karışır. Çok da uzaklara değil, karşısındaki tavan arasına… Buradan kendisinin yokluğundaki hayatını gözlemleyen Howard bir yandan da hatıralarıyla yüzleşir. Peki hayatına geri dönecek midir? Dönecekse nasıl olacak ve karşısında ne bulacaktır?

Wakefield izlemesi zor bir film ve filmi izledikten sonra neden fazla ilgi görmediğini anlayabilmek mümkün. Filmin aşırı monoton bir ilerleyişi var ve büyük kısmı evsiz kalmış bir adamın iç sesini dinlemekle geçiyor. Fakat bu durumun getirdiği tuhaf bir çekicilik de yok değil. Tabii bunda en büyük pay da filmin başrolü olan Bryan Cranston’a ait. Onun yerinde başka biri olsaydı filmi sevmem zor olabilirdi. Fırsat verildiğinde coşmaya hazır olan Cranston, yine harika bir performansa imza atmış.

Filmin senaryo anlamında da ne yazık ki sorunlu olduğu noktalar mevcut. Öncelikle Howard’ın neden terk ettiğinin açıklaması pek de ikna edici değil. Öte yandan filmin yarım kalmışlık hissi yaratan finali de tatmin ediciliğin önüne geçiyor. Oysa daha iyi bir finalle film çok başka yerlere gidebilirmiş. Yine de Wakefield oldukça ilginç bir konuyu çarpıcı bir şekilde ele alan farklı bir film. Özellikle Bryan Cranston seviyorsanız kendinizi durağanlığa hazırlayarak bir şans vermek isteyebilirsiniz…

Wakefield

7

Puan

7.0/10

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.