En sevdiğim filmleri soracak olursanız vereceğim yanıtlardan ikisi Forrest Gump ve Back to the Future olurdu. Her iki filmin de yönetmeni olan Robert Zemeckis izlediğim tüm filmlerini gerçekten çok sevdiğim ender yönetmenlerden. (Durumun böyle olmasına karşın neden hala pek çok filmini izlemediğimi bilmiyorum ya, neyse) Ne yazık ki sinema tarihine geçen iki filmin yönetmeni olan Zemeckis, çok fazla film üretmemekte ısrar ediyor. Öyle ki 2000’den bu yana 15 yılda sadece 4 film çıkardı ve bunların ikisi de animasyondu. Zemeckis’in en son işi olan The Flight’ı beğenmeyenler olsa da bence 2011’in en iyilerinden bir tanesiydi. Dört yıl aradan sonra çıkan Robert Zemeckis de elbette yılın en çok merak ettiğim filmlerinden biriydi ve IMAX için bir hafta erkenden vizyona giren filmi bulduğum ilk fırsatta izledim. Evet, Robert Zemeckis beni yine yanıltmadı. The Walk yılın en iyilerinden…

The Walk, Phillippe Petit adındaki çılgın bir Fransız adamın hayatının en büyük çılgınlığını yapmasını, en büyük hayalinin peşinden koşmasını konu alıyor. Gerçek bir hikaye olan The Walk’ta Philippe Petit küçüklüğünden beri ip cambazlığına gönül vermiş biridir. Bir gün tesadüfen o sıralar yapım aşamasında olan ikiz kulelerin fotoğrafını görür. O anda Philippe hayatının en büyük hedefini bulmuştur. İki kulenin arasına ipi koyacak ve üzerinde yürüyecektir. Elbette bu hiç de kolay değil, normal zorluklarından bahsetmiyorum bile ama yasalar gereği böyle bir şeye izin verilmemektedir. Yani Philippe’in bu hayalini gerçekleştirebilmesi için pek çok şeyi göze alması gerekmektedir.

The Walk - 2

Amerikalılar için The Walk’un özel bir önemi de var elbette. 11 Eylül olaylarında ikiz kuleler tarih olurken, binlerce kişi hayatını kaybetmiş ve Amerika’da çok derin yaralar açmıştı. İşte o ikiz kuleler bu filmde muhteşem görsel efektleriyle tekrar hayata döndürülmüş. The Walk, ikiz kulelere saygı duruşunda bulunmayı da ihmal etmiyor.

Robert Zemeckis, The Walk ile birlikte ilk kez bir 3D filmi yönetti ve bu ilk denemesinde çok önemli bir başarıya imza attığını söylemek mümkün. Filmde 3D teknolojisinin tüm nimetlerinden çok iyi şekilde faydalanılmış, özellikle yükseklikle ilgili kısımlar muhteşemdi. Filmin görsel efektleri de kusursuzdu ve galiba Oscar’da da bu kategoride en azından adaylık alacak.

Genç kuşağın yetenekli isimlerinden biri olduğuna inandığım Joseph Gordon-Levitt bu filmde kariyerinin en başarılı performanslarından birine, belki de en iyisine imza atmış. Fransız aksanını beğendim, fragmanda yapay gözüken saçları ise filmde tamamen normal bir görünümdeydi. Eğer Oscar açısından bu performansla şansı olur mu diye soracak olursanız ne yazık ki o iş olmaz. Çünkü Akademi’nin radarına girebilecek cinsten gösterişli sahnesi hiç yok. Sadece yılın iyi performanslarından biri olarak anılacak ama ödüllerde pek göremeyeceğiz Joseph Gordon-Levitt’i…

The Walk - 3

Geçen yıl The Hundred-Foot Journey filminde ilk kez izlediğim ve hayran kaldığım Charlotte Le Bon’u The Walk’ta da büyük bir hayranlıkla izledim. Filmde Philippe’in en büyük yardımcısı olan Annie karakterini canlandıran Charlotte Le Bon umarım bu filmde kendisini göstermiş olmasının da etkisiyle kariyerinde yükselişe geçecektir.

Amerikalı eleştirmenler filmi genellikle son 40 dakika ve diğer kısım olarak ayırmışlar ve son 40 dakikayı çok övüp ilk kısmı o kadar beğenmemişler. Bence filmin ilk kısmı da seyir zevki açısından oldukça iyiydi. Orta kısımlarda yer yer sıkıcılaşır gibi olsa da genel anlamda baştan sona akıcı bir film olduğuna inanıyorum. Yer yer komedi ögelerinin de yer alması filme güzel bir tat katmış. Daha bu yılın bitmesine çok var, belki onlarca çok iyi film izleyeceğim ama The Walk’un 2015’ten iz bırakacak filmler arasında yer olacağı kesin.

The Walk

8.5

Puan

8.5/10

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.