Her ne kadar birçok bilimkurgu fanatiği tarafından tüm zamanların en iyi bilimkurgu filmleri arasında gösterilse de benim için gereğinden fazla abartılan, hiçbir özel anlam ifade etmeyen bir filmdi Blade Runner. Ridley Scott’ın yönettiği 1982 yapımı filmin üzerinden 35 yıllık bir sürenin ardından gelen devam filmi de benim için bir şey ifade etmeyen bir gelişmeydi, ta ki filmin yönetmenlik koltuğuna Denis Villeneuve geçene kadar…

2010 yapımı Incendies sonrası kariyerinde hızla yükselişe geçen Fransız asıllı Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve son olarak geçtiğimiz yıl Arrival ile bilimkurgu işinde de çok başarılı olduğunu kanıtlamıştı. Aradaki Sicario faciasını saymazsak (ki o da seveni çok olan bir film) harika bir filmografi oluşturma yolunda ilerleyen yönetmenin Blade Runner 2049 projesini kabul etmesine başta kızmıştım doğrusu. Çünkü kabul etmek gerekir ki bu tip devam filmleri genellikle fiyasko olmuştur. Kaldı ki ben ilk filmi de beğenmemiş biri olarak ne beklemem gerektiğinden şüpheliydim. Fakat filmden ilk görseller gelmeye başladığından beri Blade Runner 2049, belli bir heyecan yaratmayı başardı. Denis Villeneuve gerçekten ne kadar zor bir işin altına girdiğini bilerek işin içine girmiş ve hakkını vererek tüm zamanların en iyi devam filmlerinden birine imzasını atmış…

2019 yılında geçen ilk film, replicant adı verilen insanlarla neredeyse birebir olarak aynı olan robotların insanlık için tehdit haline gelmesini ve replicantların tespit edilerek ortadan kaldırılma kararı alınması sonrası Rick Deckard adlı bir blade runner’ın replicantlarla mücadelesini konu alıyordu. Sahip olduğu iddia edilen felsefik derinliği nedeniyle ilgi görse de bana kalırsa ilk film sinema açısından oldukça zayıftı. Belki ilk yayınlandığı dönem gerçekten ilgi çekici olabilir ama günümüz şartlarıyla sıradan, fazla iç karartıcı ve sürükleyici olmaktan çok uzak bir yapımdı. Blade Runner 2049’dan hemen önce filmi ikinci kez seyredişimde de bu düşüncelerim pekişti.

İlk hikayeden 30 yıl sonra geçen yeni filmde de aslında ilkiyle paralel bir konu işleniyor. Bu kez blade runnerlık görevinde K adlı daha doğrusu kodlu bir replicant yer alıyor. K için verilen bu görevin ucu ise bir şekilde ortadan kaybolan eski blade runner Rick Deckard’a çıkıyor. Her ne kadar hikaye ilk filmle benzerlikler gösterse de yeni film için yaratılan gizem, filmin ilkinden daha ilgi çekici bir konuya sahip olmasını sağlamış.

Aslında Blade Runner 2049 tıpkı öncülü gibi izlemesi zor bir film. Dave Bautista’lı ilgi çekici giriş kısmını hariç tutacak olursak filmin ilk yarısı haddinden fazla temposuz. Muhteşem görsel atmosfer biraz olsun oyalanmayı sağlıyor belki ama gelişme kısmına geçilmesinin bu kadar geciktirilmesi kabul edilemez bir durum. Neyse ki ikinci yarıyla film bambaşka bir şekle büründü ve ilk yarısındaki temposuzluğunu affettirdi. Keşke Rick Deckard yani Harrison Ford’un sahneye çıkması bu kadar geciktirilmeseymiş, filmin uzun olan süresi biraz olsun daha kısa tutulsaymış…

Filmin en büyük artısı kesinlikle görüntü yönetmenliğiydi. 13 kez Oscar’a aday olup hiç kazanamayan fenomen görüntü yönetmeni Roger Deakings, Blade Runner 2049 ile kariyerinin zirvesine ulaşmış. Filmdeki renk kullanımı muhteşemdi, hemen her kare büyüleyiciydi. Ve evet, Roger Deakins bu kez o çok beklenen Oscar’ına kavuşacak gibi…

Geçtiğimiz yıl La La Land ile muhteşem bir sinematografi eşliğinde izleme fırsatı bulduğumuz Ryan Gosling ne şanslı ki bu yıl da yılın sinematografik açıdan en iyi filmlerinden birinde yer almış. K rolü için en başından beri düşünülen isim olan Ryan Gosling gerçekten bu role tam oturmuş. Bir replicant rolü için çok doğru bir seçim olmuş. Fakat bana kalırsa filmin en büyük yıldızı Ana de Armas. Kübalı oyuncu sanalın da sanalı bir karakterle filmin en olumlu yanlarından birini oluşturmuş. Hologram şeklindeki Joi karakteri filmin en yenilikçi hamlesiydi, Ana de Armas da hem güzelliğiyle hem oyunculuğuyla bu karaktere çok şey katmış. Bundan sonra kendisinin adını çok daha fazla duyacağımıza şüphe yok…

30-40 yıllık filmleri teker teker dirilen efsane oyuncu Harrison Ford da sinema tarihinin ilginç figürlerinden biri olmaya devam ediyor. Blade Runner 2049’ta da Harrison Ford’un kattığı nostaljik hisler değerliydi. Oscar kazandıktan sonra abartılı performanslarıyla iyice çekilmez bir oyuncu haline gelen Jared Leto çabalasa da filmi baltalayamamış, çünkü filmdeki süresi çok az. İzlemeye katlanmakta zorlandığım bir diğer oyuncu olan Robin Wright da House of Cards sonrasında yine güçlü bir kadın karakteri canlandırmış. Filmi izlerken nereden tanıdığımı hatırlamakta zorlandığım Halt and Catch Fire, Black Mirror gibi dizilerden hatırlanabilecek Mackenzie Davis ve Captain Phillips’le ses getirip Oscar adayı olan Barkhad Abdi filmde kısa süre alan dikkat çekici oyuncular arasındaydı.

Uzun lafın kısası 1982 yapımı ilk filmden hiç hoşlanmayan biri olarak Blade Runner 2049’u genel anlamda beğendim. Evet belki özellikle ilk yarısıyla gereğinden çok daha uzun ve düşük tempolu bir film ama geç de olsa kendi dünyasına bağlamayı başarıyor. Muhteşem görsellikler, Ryan Gosling’in performansı, Ana de Armas’ın canlandırdığı harika hologram karakter ve merak uyandıran, zaman zaman ters köşeye yatıran hikaye bunu sağlayan unsurlar arasında. Denis Villeneuve’ün kariyeri için yeni bir artı puan olduğuna şüphe yok…

Blade Runner 2049

7.5

Puan

7.5/10

2 Responses

  1. Cihat yıldız

    Blade Runner her sahnesi bir büyüyle işlenmiş çok özel bir filmdir.Sinema tarihinin en iyi filmlerinden biridir.

    Yanıtla
  2. Dune (2021) - izleryazar

    […] dikti. 2017’de Hollywood’un kutsallarından birine devam filmi olma niteliğindeki Blade Runner 2049, gişede yüksek beklentinin altında kalsa da genel anlamda epey sevilip iki de Oscar ödülü […]

    Yanıtla

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.