İlk filmi “The Cabin in the Woods” ile son yılların en çok ses getiren korku filmlerinden birine imza atan yönetmen Drew Goddard, altı yıllık aranın ardından ikinci filmiyle ve oldukça farklı bir tarzda geri döndü… Güçlü oyuncu kadrosu ve daha vizyona girmeden iyi olduğuna dair gelen fısıltılarla sezonun merak ettiğim filmlerinden birine dönüşen Bad Times at the El Royale, kusurlarına rağmen beklentilerimi karşılayan iyi bir vizyon filmi…

El Royale, Amerika’nın California ve Nevada eyaletlerinin tam sınırında yer alan ve ikisinde de odaları bulunan gizemli, terk edilmiş görünümünde bir oteldir. Filmde birbirinden habersiz bir şekilde bu otele gelen gizemli yabancıların hikayelerini izliyoruz…

Başta kurgusu olmak üzere hemen her şeyiyle Tarantino filmlerini andıran Bad Times at the El Royale, ilk sahneden itibaren ilgi çekici karakterler ve gizemli atmosferi sayesinde kolayca izleyiciyi içerisine almayı başarıyor. Pek çok merak unsurunu barındıran film, ilerledikçe bunların bazılarına cevaplar bulurken bir yandan da yeni sorular sorduruyor. İlk yarısıyla son derece ilgi çekici olan ve yılın en iyi filmlerinden olma yolunda ilerleyen film, ne yazık ki ikinci yarısında aynı başarısını koruyamıyor. Özellikle Chris Hemsworth’ün oynadığı Billy Lee karakterinin hem kendisinin hem de hikayesinin fiyasko çıkması filmin değerini ciddi şekilde zedeliyor. Filmin en büyük sıkıntılarından biri de süreyi gereğinden çok daha fazla kullanması. İki buçuk saate yakın olan süre, rahatlıkla iki saat altına çekilerek filmin temposu ciddi şekilde yükseltilebilirmiş…

Filmde başrol olarak öne çıkarabileceğimiz bir isim yok ve çoğu karakter birbirine yakın süreler alıyor. Mad Men sonrası sinemada da kendine yer bulmaya başlayan ve geçen sene Baby Driver’da üst düzey bir kötü karakter performansına imza atan Jon Hamm, burada da filmin dikkat çekici karakterlerinden birine imza atmış. Jon Hamm’in performansı filmin başında beni ekrana bağlayan faktörlerden oldu. Usta oyuncu Jeff Bridges peder rolünde alıştığımız üzere güçlü bir oyun ortaya koymuş. Kendisinden beklediğim patlamayı 50 Shades of Grey gibi çok yanlış bir seriyle yapan Dakota Johnson filmin en çarpıcı karakterlerinden birine hayat vermiş, her ne kadar ikinci yarıda karakterden iyi yararlanılamasa da… Üstsüz bir şekilde vücut gösterisi yapan Chris Hemsworth iyi bir manken. Kendisinin de karakterinin de filme katkısı negatiflerde. Resepsiyoncu çocuk Lewis Pullman, filmin dikkat çeken sürpriz ismi olmuş. Sesiyle öne çıkan Cynthia Erivo’nun karakteri ve performansının ise pek umrumda olduğunu söyleyemeyeceğim… Filmde Nick Offerman, Xavier Dolan, Shea Whigham gibi ünlü isimler de kısa sürelerle,  konuk oyuncu olarak yer alıyorlar…

Yılın en iyi filmlerinden biri olacak kadar potansiyele sahip olan Bad Times at El Royale, buna karşın yeterince iyi işlenememiş ve gereğinden çok daha uzun tutulmuş bir film. Yine de özellikle Tarantino filmlerini sevenler için, merak unsurunu ön planda tutan filmleri sevenler için fazla bulunmayacak, kaçırılmaması gereken türden bir film. Beklentinizi yüksek tutmamakla beraber es geçmeyin derim…

Bad Times at the El Royale

7

Puan

7.0/10

1 Yorum

  1. Harriet (2019) - izleryazar

    […] başarılarıyla tanınan ve Tony ödülleri bulunan Cynthia Erivo geçtiğimiz yıl Bad Times at the El Royale ile sinemada da adından söz ettirmeye başlamıştı. Bu filmdeki performansı da iyi ama keşke […]

    Yanıtla

Yorum Yazın

Email adresiniz yayınlanmayacak.